“İnsan, diğer yaratıklardan farklıdır. Onu farklı ve üstün kılan faktör, fıtrat ve yaratılışındaki istidatlardır; bunların inkişafıdır, gelişimidir. Bu istidatların inkişafını ve dolayısıyla insanın yücelmesini sağlayan sebep ise, talim ve terbiyedir. Öyleyse, insanı diğer canlılardan üstün ve değerli kılan şey, talim ve terbiyedir ve dolayısıyla insan, hayatta en çok talim ve terbiyeye önem vermelidir.”
Kendini pek çoklarında gördüğümüz akademik darlığa hapsetmeden, dine ve millete hizmet düşüncesiyle ortaya koyduğu samimî gayretleri her zaman takdir toplamış ve çok bereketli geçen hayatında önemli eserler vermiş bulunan Profesör Dr. İbrahim Canan hocamız, yeni eseri Aile İçi Eğitim’e böyle giriş yapıyor. Dine ve millete samimi hizmet düşüncesi, kendisini, özellikle ülkemizin maruz kaldığı kriz anlarında krizlere birer reçete mahiyetinde kaleme aldığı eserlerde gösteren, meselâ Müslümanların çok parçalı bir manzara arz ettiği 1980 öncesinde oldukça değerli Sulh Çizgisi’ni yazan, büyük bir ekonomik krizin içine girdiğimiz 2001 yılında, Ömer ibn-i Abdülaziz hazretlerinin kendi döneminde Müslüman Emevî yönetimini içinde bulunduğu krizden nasıl çıkardığını anlatan hocamız, mahut 28 Şubat sürecinde resmî gayr-ı resmî dinî eğitimin önüne büyük engellerin konması ve bu engellerin hâlâ ısrarla, hatta ağırlaştırılarak devam etmesi karşısında yeni eseri Aile İçi Eğitim’le gerçek sorumlu bir aydın-âlimin ne yapması, nasıl davranması gerektiğini de ortaya koymuş bulunmaktadır. Ümit ederiz ki Rabbimiz, zat-ı fazilânelerini nihayetsiz fazl u keremiyle mükâfatlandırır.
Hocamız, eserine geçmeden önce, Giriş’te, çok önemli bir noktaya parmak basmakta, Müslümanların her zaman kendi problemlerini kendi kaynaklarından hareketle çözmek zorunda olduklarını hatırlatmakta ve bu esastan hareketle şu birkaç düsturun altını çizmektedir:
* Hayrı da şerri de yaratan Allah olmakla birlikte, kaynak olarak hayırları Allah’tan, başımıza gelen kötülükleri ise kendimizden, kendi nefsimizden bilmek.
* Maruz kaldığımız kötülükler konusunda kimseyi suçlamaya gitmeden kendimize yönelmek ve ıslaha kendi nefsimizden başlamak.
* Nefis muhasebesini, özellikle musibetler karşısında, asla elden bırakmamak.
* Dışarıdan veya ekstradan kurtuluş reçeteleri beklentisine girmeden, eksikliklerimizi giderme gayreti içinde olmak.
* Musibetler maddî de olsa, sebeplerinin manevî-ruhî kusurlarda yattığı şuuru içinde, kurtuluşu öncelikle manevî sahada aramak.
Muhterem hocamız İbrahim Canan Bey, Aile İçi Eğitim kitabına çok önemli bir âyeti temel yaparak başlıyor: “Biz, Musa ve kardeşine ‘Mısır’da kavminiz için evler hazırlayın; evlerinizi kıble kılın, ibadetlerinizi tam yapın. (Ey Musa! Bu emri yerine getiren) mü’minlere (talep ettikleri ve mazhar olacakları kurtuluşu) müjdele!’ diye vahyettik.” (Yûnus, 10/87)
Hocamız, büyük müfessirlerimizden Fahreddin er-Razî’nin yorumundan da hareketle, önce bu âyetten iki temel sonuç çıkarmakta ve sonra da bu iki sonuç üzerinden, âyette anılan evlerin niteliği üzerinde durmaktadır. Âyet; önce Hz. Musa ve kardeşi Hz. Harun’a, Firavunlar diktası altında inleyen İsrailoğulları için, Mısır’da bazı evler edinmeleri emrini vermektedir. Yönetici oligarşiden farklı bir dine mensup olan ve sürekli baskı altında tutulan bir toplumun sahip olması gereken bu evlerin; açıktaki mescit, mektep gibi kurumlar olamayacağı ortadadır. Bunlarla, “İnsan, diğer yaratıklardan farklıdır. Onu farklı ve üstün kılan faktör, fıtrat ve yaratılışındaki istidatlardır; bunların inkişafıdır, gelişimidir. Bu istidatların inkişafını ve dolayısıyla insanın yücelmesini sağlayan sebep ise, talim ve terbiyedir. Öyleyse, insanı diğer canlılardan üstün ve değerli kılan şey, talim ve terbiyedir ve dolayısıyla insan, hayatta en çok talim ve terbiyeye önem vermelidir.”
Kendini pek çoklarında gördüğümüz akademik darlığa hapsetmeden, dine ve millete hizmet düşüncesiyle ortaya koyduğu samimî gayretleri her zaman takdir toplamış ve çok bereketli geçen hayatında önemli eserler vermiş bulunan Profesör Dr. İbrahim Canan hocamız, yeni eseri Aile İçi Eğitim’e böyle giriş yapıyor. Dine ve millete samimi hizmet düşüncesi, kendisini, özellikle ülkemizin maruz kaldığı kriz anlarında krizlere birer reçete mahiyetinde kaleme aldığı eserlerde gösteren, meselâ Müslümanların çok parçalı bir manzara arz ettiği 1980 öncesinde oldukça değerli Sulh Çizgisi’ni yazan, büyük bir ekonomik krizin içine girdiğimiz 2001 yılında, Ömer ibn-i Abdülaziz hazretlerinin kendi döneminde Müslüman Emevî yönetimini içinde bulunduğu krizden nasıl çıkardığını anlatan hocamız, mahut 28 Şubat sürecinde resmî gayr-ı resmî dinî eğitimin önüne büyük engellerin konması ve bu engellerin hâlâ ısrarla, hatta ağırlaştırılarak devam etmesi karşısında yeni eseri Aile İçi Eğitim’le gerçek sorumlu bir aydın-âlimin ne yapması, nasıl davranması gerektiğini de ortaya koymuş bulunmaktadır. Ümit ederiz ki Rabbimiz, zat-ı fazilânelerini nihayetsiz fazl u keremiyle mükâfatlandırır.
Hocamız, eserine geçmeden önce, Giriş’te, çok önemli bir noktaya parmak basmakta, Müslümanların her zaman kendi problemlerini kendi kaynaklarından hareketle çözmek zorunda olduklarını hatırlatmakta ve bu esastan hareketle şu birkaç düsturun altını çizmektedir:
* Hayrı da şerri de yaratan Allah olmakla birlikte, kaynak olarak hayırları Allah’tan, başımıza gelen kötülükleri ise kendimizden, kendi nefsimizden bilmek.
* Maruz kaldığımız kötülükler konusunda kimseyi suçlamaya gitmeden kendimize yönelmek ve ıslaha kendi nefsimizden başlamak.
* Nefis muhasebesini, özellikle musibetler karşısında, asla elden bırakmamak.
* Dışarıdan veya ekstradan kurtuluş reçeteleri beklentisine girmeden, eksikliklerimizi giderme gayreti içinde olmak.
* Musibetler maddî de olsa, sebeplerinin manevî-ruhî kusurlarda yattığı şuuru içinde, kurtuluşu öncelikle manevî sahada aramak.
Muhterem hocamız İbrahim Canan Bey, Aile İçi Eğitim kitabına çok önemli bir âyeti temel yaparak başlıyor: “Biz, Musa ve kardeşine ‘Mısır’da kavminiz için evler hazırlayın; evlerinizi kıble kılın, ibadetlerinizi tam yapın. (Ey Musa! Bu emri yerine getiren) mü’minlere (talep ettikleri ve mazhar olacakları kurtuluşu) müjdele!’ diye vahyettik.” (Yûnus, 10/87)
Hocamız, büyük müfessirlerimizden Fahreddin er-Razî’nin yorumundan da hareketle, önce bu âyetten iki temel sonuç çıkarmakta ve sonra da bu iki sonuç üzerinden, âyette anılan evlerin niteliği üzerinde durmaktadır. Âyet; önce Hz. Musa ve kardeşi Hz. Harun’a, Firavunlar diktası altında inleyen İsrailoğulları için, Mısır’da bazı evler edinmeleri emrini vermektedir. Yönetici oligarşiden farklı bir dine mensup olan ve sürekli baskı altında tutulan bir toplumun sahip olması gereken bu evlerin; açıktaki mescit, mektep gibi kurumlar olamayacağı ortadadır. Bunlarla, “İnsan, diğer yaratıklardan farklıdır. Onu farklı ve üstün kılan faktör, fıtrat ve yaratılışındaki istidatlardır; bunların inkişafıdır, gelişimidir. Bu istidatların inkişafını ve dolayısıyla insanın yücelmesini sağlayan sebep ise, talim ve terbiyedir. Öyleyse, insanı diğer canlılardan üstün ve değerli kılan şey, talim ve terbiyedir ve dolayısıyla insan, hayatta en çok talim ve terbiyeye önem vermelidir.”
Kendini pek çoklarında gördüğümüz akademik darlığa hapsetmeden, dine ve millete hizmet düşüncesiyle ortaya koyduğu samimî gayretleri her zaman takdir toplamış ve çok bereketli geçen hayatında önemli eserler vermiş bulunan Profesör Dr. İbrahim Canan hocamız, yeni eseri Aile İçi Eğitim’e böyle giriş yapıyor. Dine ve millete samimi hizmet düşüncesi, kendisini, özellikle ülkemizin maruz kaldığı kriz anlarında krizlere birer reçete mahiyetinde kaleme aldığı eserlerde gösteren, meselâ Müslümanların çok parçalı bir manzara arz ettiği 1980 öncesinde oldukça değerli Sulh Çizgisi’ni yazan, büyük bir ekonomik krizin içine girdiğimiz 2001 yılında, Ömer ibn-i Abdülaziz hazretlerinin kendi döneminde Müslüman Emevî yönetimini içinde bulunduğu krizden nasıl çıkardığını anlatan hocamız, mahut 28 Şubat sürecinde resmî gayr-ı resmî dinî eğitimin önüne büyük engellerin konması ve bu engellerin hâlâ ısrarla, hatta ağırlaştırılarak devam etmesi karşısında yeni eseri Aile İçi Eğitim’le gerçek sorumlu bir aydın-âlimin ne yapması, nasıl davranması gerektiğini de ortaya koymuş bulunmaktadır. Ümit ederiz ki Rabbimiz, zat-ı fazilânelerini nihayetsiz fazl u keremiyle mükâfatlandırır.
Hocamız, eserine geçmeden önce, Giriş’te, çok önemli bir noktaya parmak basmakta, Müslümanların her zaman kendi problemlerini kendi kaynaklarından hareketle çözmek zorunda olduklarını hatırlatmakta ve bu esastan hareketle şu birkaç düsturun altını çizmektedir:
* Hayrı da şerri de yaratan Allah olmakla birlikte, kaynak olarak hayırları Allah’tan, başımıza gelen kötülükleri ise kendimizden, kendi nefsimizden bilmek.
* Maruz kaldığımız kötülükler konusunda kimseyi suçlamaya gitmeden kendimize yönelmek ve ıslaha kendi nefsimizden başlamak.
* Nefis muhasebesini, özellikle musibetler karşısında, asla elden bırakmamak.
* Dışarıdan veya ekstradan kurtuluş reçeteleri beklentisine girmeden, eksikliklerimizi giderme gayreti içinde olmak.
* Musibetler maddî de olsa, sebeplerinin manevî-ruhî kusurlarda yattığı şuuru içinde, kurtuluşu öncelikle manevî sahada aramak.
Muhterem hocamız İbrahim Canan Bey, Aile İçi Eğitim kitabına çok önemli bir âyeti temel yaparak başlıyor: “Biz, Musa ve kardeşine ‘Mısır’da kavminiz için evler hazırlayın; evlerinizi kıble kılın, ibadetlerinizi tam yapın. (Ey Musa! Bu emri yerine getiren) mü’minlere (talep ettikleri ve mazhar olacakları kurtuluşu) müjdele!’ diye vahyettik.” (Yûnus, 10/87)
Hocamız, büyük müfessirlerimizden Fahreddin er-Razî’nin yorumundan da hareketle, önce bu âyetten iki temel sonuç çıkarmakta ve sonra da bu iki sonuç üzerinden, âyette anılan evlerin niteliği üzerinde durmaktadır. Âyet; önce Hz. Musa ve kardeşi Hz. Harun’a, Firavunlar diktası altında inleyen İsrailoğulları için, Mısır’da bazı evler edinmeleri emrini vermektedir. Yönetici oligarşiden farklı bir dine mensup olan ve sürekli baskı altında tutulan bir toplumun sahip olması gereken bu evlerin; açıktaki mescit, mektep gibi kurumlar olamayacağı ortadadır. Bunlarla, klâsik anlamda evlerin kastedilmediği de açıktır. Öyleyse bu evler, o topluluğun eğitim ve eğitimle birlikte ibadet ihtiyacını karşılayacak evler olacaktır.
Âyet; ikinci olarak, İsrailoğulları’nın mesken olarak kullandıkları bütün evlerin, birer mabet haline getirilmesini ve ayrıca birbirlerine mütekabil olmasa da, yani yönleri mutlaka birbirlerine dönük bulunmasa da, birinden diğerine geçilebilecek, yardımlaşıbilecek pozisyonda olmasını emir buyurmaktadır. Gerek bazı evler edinmenin, gerekse evleri “kıble” kılmanın anlamlarından biri olarak, o evleri arz ettiğimiz pozisyonda yapmaktan maksat ise, o evlerde namazı hakkıyla kılmak, yani Allah’a ibadet görevini yerine getirebilmek ve yine orada gerekli eğitimi verebilmektir.