Uygarlık bir sapma mıdır? Eğer uygarlık kavramını doğal olanla karşıtlık içinde düşünürsek bu soruya bir şekilde evet yamtmı vermemiz gerekir. Oysa modem etolojinin kabul etmeye pek yatkın olmadığı bir yanıttır bu. Etologlann çoğu uygarlığın bazı ilksel biçimlerinin doğal yaşamın içinde geliştiği görüşündedir.
Freud bu iki görüşe de hem yakın hem uzak bir mesafeden bakar. Klinik malzemeden elde ettiği insan hakkmdaki temel bilgileri tutarlı bir kuramsal dizgede ifade etmeye çalışırken kaçınılmaz olarak uygarlığın kökeni sorunu ile karşılaşmış ve bu sorunun pek de kolay yanıtlanır türde olmadığını tespit etmiştir o. Bununla beraber bu somya bir yanıt bulma çabasından da asla vazgeçmemiştir. Çünkü klinik kuram insanı daima bir uygarlığın içinde düşünmek zorundadır.
Freud'un yanıt denemeleri ilk bakışta fazlaca basit görünse de antropoloji ve etolojinin asla görmezden gelemeyeceği tespitler ve varsayımlar ortaya koymaktadır.
Uygarlığın Huzursuzluğu Freud'un uygarlık somnunu ele aldığı diğer eserlerine; mesela Totem ve Tabu, Bir Yanılsamanın Geleceği ve Musa ve Tektanrılı Din'e göre daha az heyecan verici ve uyarıcı bir kitap gibi görünmesine karşın en az spekülatif ve en sağlam olanıdır.
Bu kitap ayrıca psikanalizin esas odaklaştığı alan olan klinik kuram açısından da anlamlıdır. Çünkü bu kitapta ilk kez üstben oluşumu geniş ölçüde uygarlık somnu ile ilişkili olarak yeniden düşünülüp aynntılandırılmıştır. Uygarlığın Huzursuzluğunun psikanalitik düşüncenin genelinde değer kazanacak temel bir yapıt olduğunu düşünüyoruz.
Başlangıcından itibaren psikanalitik kuram din, sosyoloji, uygarlık tarihi ve güzel sanatlar alanlarına da yayılıp yansımaya başlamıştır. Bu yansımalar belki psikanalizin yüzyılımız eğilim ve düşünceleri üzerine yaptığı en önemli etkidir. Asıl amacı olan psikiyatri ve tıp alanındaki etkisinin görece zayıfladığı sırada doruğa çıkmış görünen bir etki. Bugün özellikle uygulamalı sosyoloji denilebilecek olan politika, ekonomi ve eğitim konularında psikanalizin bulgulan olmaksızın hiçbir girişim değerli sayılmıyor. Hele uluslararası savaş ve banş stratejileri üzerinde çıkarsama ya da uygulamaya yönelik bütün araştırma ve planlamalar kesinlikle psikanalizin egemen gölgesi altmda yürüyebiliyor. Bu yönelişin temellerinde Freud'un çağmda çok eleştirilmiş, yandaşlar kadar karşıtlar da kazanmış olan yazılan yatmaktadır. Freud her ne kadar küçük gören söylemlerde bulunmuşsa da felsefeyle hep yakından ilgilenmiş; yazılannda felsefeyi hem sıkça kullanmış, hem de doğrudan doğruya felsefe yapmıştır. Gerçekten de çağmda psikolojinin ve biyolojinin genel olarak felsefe temeli olmaksızın düşünülmesi pek söz konusu olamazdı. Özellikle de tam yeni araştırma ve buluşlann yapılmakta olduğu antropoloji ve sosyoloji alanının psikanaliz kuramını etkilememesi ve ondan etkilenmemesi beklenemezdi.