Düşüncenin bir zamanlar bütün nezaketiyle ve zarafetiyle sökün ettiği bir vadinin eşiğine gelmiş bulunuyoruz. Düşünce az ileride en sade ama en muhteşem haliyle görünmeye başlayacak. Şimdiden hazırlanmaya başlamalıyız. Onu o sadeliği içinde görebilmek için üzerimizden atmamız gerekenleri atmakta tereddüt etmemeli, almamız gerekenleri almakta ağır davranmamalıyız. Çünkü onun ihtişamı sadeliğini idrak ettikçe içimize işlemeye başlayacak ve bizi tarifsiz bir hayranlık içinde kendimizden geçirecek.
Düşünceyi orada en saf haliyle göreceğiz. En başta derinliğiyle sarhoş olacağız. Sonra künhüne varabildiğimiz kadarıyla edebine vurulacağız. Sonra tekellüfsüzlüğü dikkatimizi çekecek ki bizi kendine ram edecek. Söyleyeceğini doğrudan söylediğini, gerisini muhatabının anlayışına bıraktığını göreceğiz. Ne anlaşılma ne kabul edilme, ne anılma ne tanınma kaygısı içinde olduğunu fark edeceğiz. Üstelemeyecek, zorlamayacak, sıkboğaz etmeyecek. Hatta işaret bile etmeyecek. İhsasın en hafifiyle neredeyse dokunmadan hafifçe hissettirecek. Ve o ihsas hazır olduğumuzda büyük bir tulŭ ile birdenbire bütün zerrelerimize nüfuz edecek ve bizi kendimizden geçirecek. O zaman mest olup sermestliği idrak edeceğiz.
İlk başta birbirine iliştirip bir şeye benzetemediğimiz için belki anlaşılmaz olduğunu söyleyeceğiz. Aşina olduğumuz anlamda takip edecek bir fikir silsilesi bulamadığımız için belki mantık dışılığına hükmedeceğiz. Hatta düşünme alışkanlıklarımızın düşüncenin evrensel yolu olduğu gibi bir iddia içerisindeysek bu kadarıyla da yetinmeyecek "tutarsızlık" ve giderek "saçmalık" isnatlarındabile bulunacağız. Ama eğer gereksiz yere alışkanlıklarımızda ısrar etmezsek az ileride birbirini tutmanın bin bir yolu olabileceğini öğrenecek ve tutarlık dediğimizin illa ilme ve ulama yoluyla olmayabileceğini göreceğiz. Az ileride gözümüzden bir perde daha kalktığında ilmeklerin gerekliyse atılmasının yeterli olduğunu, gösterilmesinin en azından nezaketle bağdaşmayacağını anlayacak olgunlukta olmadığımıza hayıflanacağız. Bırakılsa zaten bariz hale gelecek şeyi tebarüz ettirmeye kalkmakla ancak körlüğümüzü elverdiğimize yanacağız.
Yol erbabı yürür iz bırakmaz,
Söz erbabı konuşur sürçmez.
Hesap ustası çetele tutmaz,
Kapamada usta olanlar sürgü kullanmaz
Ama kimse açamaz kapattıklarını.
İlmede mahir olanlar düğüme ihtiyaç duymaz
Ama kimse çözemez bağladıklarını.
(Tao Te Ching, XXVIII)
Düşüncenin nezaketinin ve zarafetinin ne demek olduğunu orada anlayacağız. Tutulacak başka bir yol, kullanılabilecek başka bir imkân olmadığı halde tutulan yolun, eğlenilen uğrakların, az daha düşünülse sanki başkalarının da bulunabileceği tedaisini uyandıracak tarzda verilmesinin hikmetini anlayamadığımız için, çocukça bir bilgiçlikle başkaları bulunabileceğine göre pekâlâ en derininin, en temelde olanın unutulmuş olabileceğine hükmedeceğiz, ihtiyatlı davranıp hükmetmekten kaçınsak bile içimizde bu yönde bir tereddüdün hep hazır beklediğini fark edeceğiz. Edebiyatın neden edebe nispet edildiğini orada en kestirme yoldan anlayacağız. Ve çoktan beri unuttuğumuz bir sözcüğü hecelemeye başladığımızı hissedeceğiz ve onu faş edilmemesi gerektiği için saklayacağız.
Düşüncenin orada hafife alınabilecek bir şey olmadığını, onun ağırlığı yanında tüm dünyevi şeylerin hafif kaldığını göreceğiz.