Taksi, sahil istikametine doğru, U.S. 101'e saptı. Yol kahverengi bir tepenin dibinden meşe çalılıklany-la kaplı bir kanyona doğru kıvrılıyordu. "Burası Cabrillo Kanyonu," dedi taksici. Görünürde ev falan yoktu. "İnsanlar mağaralarda mı yaşıyor?" "Yok, canım, daha neler. Gayrimenkuller deniz kıyısında." Bir dakika sonra denizin kokusunu almaya başlamıştım. Bir virajı daha alıp serin deniz sahasına girdik. Yolun kenarındaki bir tabelada: 'ÖZEL MÜLK: GİRİŞ İZNİ HER AN İPTAL EDİLEBİLİR' yazıyordu. Meşe çalılıklarının yerini düzenli palmiyeler ve Monterey servileri almıştı. Gözüme fıskiyelerle kabarmış çimler, bembeyaz verandalar, kırmızı kiremitten ve yeşil bakırdan çatılar ilişti. Fıstığın tekinin kullandığı bir Rolls Royce yanımızdan rüzgâr gibi geçip giderken rüya görüyorum sandım. Aşağıdaki kanyonun üzerindeki sis, ağır ağır yanan bir kâğıt paradan yükselen dumanı andırıyordu. Deniz bile sisin arasından pahalı bir şey, kanyonun ağzında masmavi ve parlak, yekpare bir kama gibi görünüyordu.