Zamanımızda insanların çoğu hem psikoloji hem de din ile ilgilenmektedir. Psikoloji sağlıklı büyüyen bir ilimdir. Ümit edilir ki, XX. yüzyılın kesin sonuçlu bir ilmi olarak hüviyetini kazanacaktır. Yine günün anlayışıyla modaya uygundur -belki de en çok kendi itibarı için. Psikolojiye duyulan popüler alaka artarken, din insanlığın daima seçkin ilgi alanlarından biri olarak varlığını sürdürmektedir. Bu ilgi tarihin başlangıcından beri vardı -muhtemelen daha da öncelerden— ve son otuz yılın sosyal ve ahlaki felaketleriyle de azalmadı1. Hem psikoloji hem de din ile ilgilenenler, tamamen tabii olarak bu iki alanın birbiriyle irtibatlı olmak zorunda kaldıklarını görüyorlar. Her biri insanlığın geleceğine oldukça derinden bağlı gözüküyor.
Bilindiği gibi, modern ampirik psikoloji başlangıçta kendisini dinden şiddetle ayrı tuttu. Bu 'ruhsuz psikoloji', üstünlük ve ihtişamın alameti haline geldi. Bunun için makul sebep vardı. Sadece din ve felsefenin geniş alanı olarak bakılan insan ruhunun kavrayış ve vaizliğine fazlasıyla sahipti. İlmi metot ve indüktif düşüncenin ispatlanmış liyakatini taşımak için yeni bir yol çizmek üzere psikologlar zorlandı. Dinin mihrabına sırtını çeviren ve felsefenin koltuğunu terk eden psikologlar, laboratuar ve klinik metotları benimsediler. Kazançları, derhal tahkik edilebilir gerçeklerin yığılması ve dost ilim adamlarının artan mutabakatı oldu. Bu anlaşma tam değilse de, din adamları ve filozoflar tarafından daha önceden varılan anlaşmalara hiç olmazsa çok daha fazla baskın çıktı.Psikolojinin ilerlemesi ve prestiji, ilmi oryantasyonu muhafaza etmesine sıkı şekilde bağlı olduğundan -otoriter bir karanlık, bu dünyayı girdabına çekmedikçe- felsefi, siyasi veya dini dedüktif bir ideolojiden indüktif psikolojinin tarihi ayırımının sona erecek olması konusunda beklenen hiçbir şey yoktur.