Kadın uyandı. Zifiri karanlıkta gözlerini kırptı. Esneyip burnundan nefes aldı. Bir daha gözlerini kırptı. Yüzünden aşağı süzülen bir damla gözyaşının diğer gözyaşlarının tuzuna karıştığını hissetti. Artık tükürüğü boğazına akmıyordu; ağzı kurumuş ve sertleşmişti. Yanakları içeriden gelen baskı yüzünden şişti. Ağzındaki garip nesne kafasını patlatacakmış gibi hissediyordu. Neydi o? Ağzında ne vardı? Uyandığında aklına gelen ilk şey geri dönmek istediği oldu. Karanlığa, onu saran derin sıcaklığa dönmek istiyordu. Adamın yaptığı iğnenin etkisi hâlâ geçmemiş olsa da acının yakın olduğunu biliyordu. Donuk ve yavaşça atan nabzının, beyninde savrukça gezinen kanının içinde olduğunu hissediyordu. Adam nereye gitmişti? Yoksa hemen arkasında mı dikiliyordu? Nefesini tutup kulak kesildi. Hiçbir şey duyamıyordu ama bir şeyin varlığını seziyordu. Leopar gibi bir şeyin. Leoparların çok az ses çıkardığını, böylece karanlıkta avlarının dibine kadar sokulabildi-ğini söylemişti birisi ona. Nefeslerini avlarının nefesine göre ayarlayabilirlerdi. Avları nefesini tuttuğunda onlar da tutardı. Adamın bedeninin sıcaklığını arkasında hissettiğinden emindi. Neyi bekliyordu ki? Nefesini verdi. Aynı anda onun da nefesini ensesinde hissetti. Artık emindi. Arkasını dönüp saldırdı; ama karşısında havadan başka bir şey yoktu. Kamburunu çıkarıp büzüldü, küçülüp gizlenmeye çalıştı. Roşunaydı.