Buckton'da beni kimse tanımıyordu. Clem, şehri bu yüzden seçmişti ve zaten korkudan altıma yapıyor olsam bile, daha yukarı, kuzeye doğru devam etmek için yeterince benzinim kalmamıştı. Ancak beş litre vardı... Cebimde Clem'in mektubuyla dolarlarımın dışında başka bir şey yoktu elimde. Valizime gelince, ondan hiç bahsetmeyelim; içindekiler beş para etmezdi. Ha unutuyordum; arabanın arka bagajında çocuğun küçük tabancası vardı: Basit ve ucuz bir 6,35'lik... Şerif bize cesedi görmemiz için götürmemizi söylediğinde hâlâ cebindeydi. Doğrusu her şeyden çok Clem'in mektubuna güvendiğimi söyleyebilirim. Bu iş olmalıydı, bu mutlaka olmalıydı. Direksiyonun üzerindeki ellerime bakıyordum, parmaklarıma, tırnaklarıma... Gerçekten kimse söyleyecek söz bulamazdı. Bu yandan hiçbir tehlike yoktu. Bakalım işin içinden çıkabilecek miydim...
Kardeşim Tom, Clem'i üniversitede tanımıştı. Clem ona diğer öğrencilere olduğu gibi davranmıyordu. Onunla severek konuşuyordu; beraber içki içer, Clem'in Caddy'siyle[1] dışarı çıkarlardı. Zaten Clem'in yüzünden Tom'a hoşgörülü davranırlardı. Clem babasının yerine fabrikanın başına geçmeye gittiği zaman, Tom da çekip gitmesinin iyi olacağını düşünmüş olmalıydı. Bizimle birlikte geri geldi. Çok şey öğrenmişti ve yeni okula öğretmen olarak atanması ona zor gelmedi. Sonra çocuğun anlattıkları her şeyi altüst etti. Ben bir şey dememek için yeterince riyakârdım, ama çocuk değildim. O bunda hiçbir kötülük görmüyordu. Kızın babası ve erkek kardeşi onunla ilgilenmişlerdi.
Erkek kardeşim işte bu nedenle yazmıştı mektubu Clem'e. Bu ülkede daha fazla kalamazdım ve Clem'den bana bir şeyler ayarlamasını istemişti. Fazla uzaklarda değil; beni zaman zaman görebilmesi için, ama yeterince de uzak; kimsenin bizi tanımaması için. Benim yüzüm ve kişiliğimle tehlikeye atılmadığımızı düşünüyordu. Belki de haklıydı, ancak ben çocuk dahil hepsini hatırlıyordum.