Godot'yu Beklerken, yazarından daha ünlü pek çok yapıttın biri, Don Quixote gibi Fahriye Abla gibi, Hamlet gibi... Farkı, çok kısa sürede bir "klasik" olmasında, şanssız o yüzden de: Tüm klasikler gibi, o da herkesin bildiği, kimsenin okumadığı bir kitap: Beckett'ın tiyatrodaki öncülü Artaud'nun umutsuzca saldırdığı "başyapıtlar" geleneğine eklenen, umurunda olmasa da eklemlendirilen kekre bir düğüm. Okunduğu zaman da, daha ilk sahnelendiği günden itibaren etrafında oluşturulagelen efsane sisini yarmanın kolay olduğu söylenemez. Edebiyat tarihi içinde hiçbir yapıt bu kadar kısa sürede, hem medyada hem de akademik çevrelerde bu denli aşırı, sapkınlık ölçüsünde aşırı bir yorum bombardımanına tutulmamıştır. Herkes soruyordu: Neydi bu Godot, kimdi bu yokluğuyla toplumun, tarihin, zamanın ve mekanın kıyısındaki o iki avarenin,Clochard 'in sürçen varlıklarını sürdürten, hiçliğin eşiğinde oyalayan, neyi temsil ediyordu?
Herkes bir yanıt buluyordu da, yorumlar sökün etti: Negatif Teologun yorumu: Godot Tanrı'dır (God ex absentra ). Hümanistin yorumu: Umuttur, Sevgidir. Varoluşçunun yorumu: Gelecektir ya da ölümdür. İyimser Toplumcunun yorumu: Daha-iyi-bir-toplum-düzenidir. Filologun yorumu:
Bir Balzac kişisidir. Politikacının yorumu: De Gaulle'dür. Egzantirik yaşam öykücünün yorumu: Joyce'dur. Nihayet, sabrı taşan Robbe-Grillet'nin yok-yorumu: Oyunda Vladimir ile Estragon'un bekledikleri ve gelmeyen kişidir.
Her türlü yorumlamanın, metnin söyledikleriyle yetinmeyip, onu başka şeylerle (yazarın hayatı, toplumsal bağlam, dilsel yapılar, ideoloji vs.) ilişkilendirerek anlamaya çalışmanın bir tür "paranoya" olduğu söylenebilir belki. Sözgelimi, Susan Sontag ünlü 'Yoruma Karşı' denemesinde bu görüşe yaslanır gibidir. Ancak bu mecazı çok ciddiye almak olur, abartırsak her türlü düşünceye de paranoya diyebiliriz o zaman. Ancak Godot'yu Beklerken'de mecaz, gerçeğin kıyılarına vurur, neredeyse mecaz olmaktan çıkar. Oyun bittiğinde, beynimize yapışan tedirginlik duygusuna, yalın ürkütücü gerçekliğe karşı sarıldığımız, hava kaçıran bir can simidi olmuştur yorum. Paranoya geçici olarak teskin edilir, ertelenir. Yorumlayarak dehşeti kabul edebilir terimlere indirgeriz der John Fletcher, Godot'yu Beklerken konusunda.
Ne yapmalı peki? Susalım mesela, görelim ve susalım? Neye baksak bize aynı şeyi gösteren gözlüklerimize yapışmaktan daha saygıdeğer bir tutum olabilir. Ama yoruma müsekkin gözüyle bakmadan oyunun ne idüğünü kavramak, bizi sarsan yalınlığının bileşenlerini ayrıştırmak daha zor ama daha cüretli ama daha iyi bir yol olmaz mı? Ki bunu yapmış olanlar da var: H.Kenner, M.Esslin, J.Fletcher, R.Cohn, D.Suvin, G.Anders vs. vs. (Oysa Zehra İpşiroğlu'nun kitabı, Robbe-Grillet'in Yeni Dergi-ler'den birinde yayınlanan bir yazısı ve yenilerde Gergedan'ın Beckett Dosyası'ndakiler dışında, bırakın Godot'yu, Beckett'ı dahi ele alan derli toplu bir inceleme yok Türkçe'de. Murphy, Unnamanable, Watt, Texts For Nothing vs. yok ki onlar olsun.) Aralarında küçük denip geçilemeyecek farklar olsa da, pek çok ortak yön var yaklaşımlarında.
Herşeyden önce, Godot'un kimliği hakkındaki spekülasyonlar odak noktası olmaktan çıkarılıyor. Oyunun stilistik özellikleri didik ediliyor (sözgelimi tekrar edilen sahnelerdeki varyasyonlar: Vladimir'in durmadan şapkasıyla, Estragon'un çizmesiyle oynamasının karakterlerinin en belirgin yanlarını vurgulaması gibi: Didi Zihin'dir bir bakıma, Gogo Gövde. Biri Söz'dür, diğeri Hareket): gizli göndermeler bulunup çıkarılıyor: (Oyun sesiz sinemanın komedi yıldızlarına, Chaplin'e, Laurel-Hardy'ye selamlarla dolu) : gündelik monoton jestler ve yoğun sessizlik anları (Sessizlik ve Bir an komutlarının bu kadar sık ve işlevsel kullanıldığını görmemiştir tiyatro sahnesi o zamana kadar. Beckett tiyatrosunda sessizlikler, üç noktalar, kesik, bitmemiş cümleler gitgide artacak, metinler gitgide 'okunaksız'laşacaktır, azap vereceklerdir artık okura.)arasında ortaya çıkarılan karakterler arasındaki ayrımların, klasik anlamda bir plotu olmayan bu 3 saatlik oyunun temposun nasıl canlı tuttuğu kurgulanıyor.
Özetle kolaycı yorumlar yapılmadan önce metnin biçimsel özelliklerine, simgesel göndermelerine, tarihsel anlamına (karakterlerin tarih dişiliğinin kendisinin tarihsel anlamına) bakılıyor.
Peki yorum meselesindeki ivecenliği niye önsözcünün? Metni boydan boya katetmeden 'Bireyci/varoluşçu/nihilist Beckett hayatın anlamsızlığını, eylemlerimizin boşunalığını anlatıyor" gibi metnin okunmasından önce de sonra da ileri sürübilen totolojik yargılar hakkında biraz düşünelim diye... Bilen var mı, oyunu Fransa'da Roger Blin'den sonra ilk kez, 1954'te Muhsin Ertuğrul sergilemiş ülkemizde. Bunun ne büyük bir övünç olduğu birazcık anlaşılsın, Türk okuru da kolaycılık tuzağına düşmesin diye bu gevezelikler, bağışlansın.