Büyük Fransız romancısı Honoré de Balzac’ın ünlü yapıtı İnsanlık Güldürüsü’nün oldukça tuhaf bir yazgısı vardır. Balzac birkaç yapıtına, birkaç kahramanına, birkaç görüşüne göre yargılanır çoğu kez, yapıtının bütüncül özüne pek de uygun düşmeyen özelliklerle tanımlanır; bunun kaçınılmaz sonucu olarak, okurların büyük çoğunluğu, İnsanlık Güldürüsü adını taşıyan bir anıt yapıtın varlığının bilincine bile varmazlar. Örneğin bizim ülkemizde, Balzac’ın büyük yapıtının büyük çoğunluğunun dilimize çevrilmiş olmasına karşın, İnsanlık Güldürüsü’nün bütünlüğü göz önüne alınmadığından, Balzac ve yapıtı konusunda bilgilerimiz eksik, yargılarımız dayanaksız kalmıştır.
Oysa Balzac’ın en özgün, en önemli yanlarından biri, oldukça kısa bir yaşam süresine sığdırdığı, irili ufaklı seksen sekiz anlatıyı kendilerini aşan ve anlamlandıran bir bütünün, başka bir deyişle bir üstyapıtın yapı taşları olarak kurmuş olmasıdır. Genellikle bağımsız yapıtlar olarak okunan bu anlatıların her biri aynı zamanda bütünün birer parçası, üstyapıtın birer bölümüdür. Bu bölüm ya da parçaların tümü, evrensel tarihin belirli bir dönemini, on dokuzuncu yüzyılın ilk yarısını ve dünyanın belirli bir ülkesini, Fransa’yı kapsayan ama yaşanmış gerçekle özdeşleşmekten çok, onun bir tür aynası niteliğini taşıyan, kendi tarihi, kendi coğrafyası, kendi “soyluları ve kenterleri, esnafları ve köylüleri, politikacıları ve züppeleri”, daha da önemlisi, “kendi yasaları, kendi felsefesi, kendi bilimi” bulunan, alabildiğine özgün ve bütüncül bir roman evreni oluşturur. Kendi başlarına değil de bu bütün açısından ele alındıkları zaman, parçalar hem biçim, hem içerik açısından yepyeni bir görünüş kazanır. Örneğin Balzac’ın kendine özgü bir biçemi bulunmadığı ya da olayların akışını keserek kendi kişisel görüşlerini sıraladığı savı, kesinlikle boşlukta kalır.
Söylemek bile fazla, çoğunlukla ayrı ayrı yayımlandıklarına göre, İnsanlık Güldürüsü’nü oluşturan anlatıların her biri aynı zamanda kendi kendine yeterli, bağımsız birer yapıt görünümü sunar. Örneğin Eugénie Grandet ya da Goriot Baba herhangi bir roman gibi okunabilir; Eugénie Grandet ya da Goriot Baba’yı okumakla da Balzac’ın romancılığı konusunda bir yargıya, hem de olumlu bir yargıya varılabilir. Ne var ki, söylediğimiz gibi, içinde yer aldıkları bütün ışığında değerlendirildikleri zaman, bu yapıtların yepyeni boyutlar kazanacakları, Balzac’ın büyüklüğüne yeni kanıtlar sağlayacakları da kuşku götürmez.
Bu gözlemler, ister istemez, birtakım sorular getirir usumuza: Bir bütün söz konusu olduğuna göre, bu bütünün birer parçasını oluşturan anlatıların belirli bir düzen, belirli bir sıra uyarınca okunmaları gerekmez mi? Bu yapıtların belirli bir düzene, belirli bir sıraya göre okunması gerekiyorsa Balzac’ın yapıtlarının, örneğin elimizde bulunan şu Goriot Baba’nın bağımsız olarak yayımlanması bir çelişki değil midir? Yoksa Goriot Baba’nın ayrıcalıklı bir durumu mu vardır?
Hemen belirtmek gerekir ki Balzac’ın yüz elli dolaylarına ulaştırmayı tasarlayıp da ancak seksen sekizini yazabildiği bu yapıtların okunmasında bir sıra izlemek gerekmez; –bir başka yerde de söylediğimiz gibi– anlatıların her biri, büyük yapının birer kapısını oluşturur bir bakıma; hangi kapıdan girersek girelim, kendimizi yapının odağında bulur, buradan istediğimiz biçimde, istediğimiz yerine geçebiliriz. Hiç kuşkusuz, her kapı değiştirmemizde zaman içinde de yer değiştiririz, büyük bir olasılıkla da “bir yaşamın başlangıcından önce ortasında” buluruz kendimizi, “doğumun öyküsünden önce ölümün öyküsü” çıkar karşımıza; ama Michel Butor’un söylediği gibi, İnsanlık Güldürüsü’nde “anlatılan olayların bütünü değişmez kalır. Girdiğimiz kapı hangisi olursa olsun, geçmiş olan hep aynı şeydir.” Üstelik, Balzac böylesinin daha doğal olduğunu, gerçek yaşamda da olayların öyküsünün bize bu biçimde, düzensiz olarak ulaştığını kesinler: “Hiçbir şey tek parça değildir bu dünyada, her şey mozaiktir. Ancak geçmiş zamanın öyküsü tarih sırasıyla anlatılabilir, bu düzen yürüyen şimdiki zamana uygulanamaz.” Bu nedenle, Balzac daha çok içeriğe dayanan bir bölümleme uygular; ama, doğrusunu söylemek gerekirse bu bölümleme de oldukça yüzeysel, oldukça saymaca kalır. Yapıtının gereğince anlaşılıp değerlendirilmesi için, şu ya da bu düzene göre, ama tümüyle okunması ilk koşul olarak kalır.