Olay, 1969 Şubatı’nda, Boston’ın kuzeyindeki Cambridge’de geçti. O zaman bunu yazmadım, çünkü amacını unutmaktı, aklımı oynatmamak için. Bugün, birkaç yıl geçtikten sonra kâğıda dökersem başkalarının bunu öykü olarak okuyacağını ve zamanla belki benim için de bir öykü niteliğine bürünebileceğim düşünüyorum. Olay sürerken korkunçtu, izleyen uykusuz gecelerin daha da kötü olduğunu biliyorum, ama bu başkalarına da bu kadar dokunacağı anlamına gelmez.
Sabah on sıralarındaydı. Charles Irmağı'na bakan bir sıranın üstüne oturmuş dinleniyordum. Beş yüz metre kadar sağımda adını asla bilmediğim büyük bir bina dikiliydi. Gri renkli su, koca buz parçalarını sürüklüyordu. Kaçınılmaz olarak, nehir bana zamanı düşündürdü –bin yıllık Herakleitos'un görüntüsü. İyi uyumuştum, bir önceki günün ikindi dersinin, öğrencilerimin ilgisini çektiğini sanıyordum. Çevrede kimsecikler yoktu.
Birden, bu ânı daha önce yaşadığım duygusuna kapıldım (psikologlara göre bu, bir yorgunluk haline karşılık oluyor). Sıranın öteki ucunda biri oturuyordu. Yalnız olmayı yeğlerdim, ama kaba görünmek istemediğimden, hemen kalkmaktan kaçındım. Öteki hafifçe ıslık çalmaya başladı, iste o zaman sabahın ilk huzursuzluğu ortaya çıktı. Islıkla çaldığı, çalmaya çalıştığı (asla iyi bir kulağım olmadı) Elias Regules’in “La Tapera” adlı eski bir halk ezgisiydi. Bu ezgi beni, çoktan kaybolmuş bir Buenos Aires içavlusuna ve uzun yıllar önce ölen dostum Alvaro Meliân Lafinur’un anısına götürdü. Sonra sözler geldi, ilk nakaratın sözleri. Ses Alvaro’nun sesi değildi, ama ona öykünmeye çalışıyordu. Tanıyınca, fena halde şaşırdım.