KitabYurdu » Kitab » Dünya Ədəbiyyatı » Umberto Eco Foucault Sarkacı


Şeçilmişlər Umberto Eco Foucault Sarkacı

ADI:
Foucault Sarkacı
REYTİNQ:
  • +20
MÜƏLLİF:
DİL:
FORMAT:
ÇAP İLİ:
-
ÖLÇÜSÜ:
1.07 MB
Göstergebilimci olsaydım, Umberto Eco’nun bu çok satan ve oldukça kalın ikinci romanını göstergebilimsel açıdan sunmaya ve açıklamaya çalışırdım. Bu tür bir uzmanlığım söz konusu olmadığından, sorunu başka bir açıdan ele almayı, Eco’nun bu oyununa bir gizemcilik meraklısı kimliği ile katılmayı daha uygun buldum.
Foucault Sarkacı’nı üç kez okudum; iki kez İtalyanca aslından, bir kez de, sıcağı sıcağına, Şadan Karadeniz’in tutkulu diyeceğim başarılı çevirisinden. Bu denli kapsamlı bir yapıtı, belirli aralıklarla da olsa, üç kez okumak ve her okuyuşta aynı zevki, ilgiyi duymak, aynı ‘rahatsızlığı’ tatmak, pek olağan bir durum sayılmasa gerek. Foucault Sarkacı, bilindiği ve yazıldığı gibi, sekiz yıl süren bir çalışmanın, ayrıntılı bir araştırmanın ve iki bin ciltlik bir ‘uzman’ kitaplığın ürünüdür. Tam sayısını bilemeyeceğim, ama romanın temelinde -ve Eco’nun zihinsel cambazlıklarla kurduğu bağlantılarda- bilgisayara geçmiş ya da geçmemiş sayısız klasik sayılan metnin, bir o kadar çılgın sayıklamaların, gizli belgelerin, el yazmalarının, popüler sihir kitapçıklarının ve kutsal kaynakların yattığı bir gerçektir. Gizemcilik dediğimiz bilgilerle ister ilgilenin, ister ilgilenmeyin, kitap boyunca dur durak bilmeyen bir bolluğun içinde sıralanan, kümeleşen, çatışan alıntılar, bilgiler, adlar, referanslar, bölüm başlıkları, Eco’nun konuya nasıl daldığını, onu nasıl kullanıp yorumlandığını açıkça ortaya koymaktadır.
Ancak, asıl sorun, yüzlerce sayfanın içinde ne bu tür bilgileri akıtmak, ne her bölümü Kabbala’nın bir sefirotuna bağlamak, ya da yine bölüm başlarına, uygun düşen (ya da düşmeyen) alıntılar koymaktır. Sorun, hiç kuşkusuz, başka yerdedir: sorun
Plan’dadır.
Eco’nun göstergebilimsel kuramına göre her şey her şeyle bağıntılıdır; kavramlar andırışma yoluyla birleşirler; bağıntılar özgün olmalıdır (yoksa olmamalı mı?).
Somut olarak: bir Plan kurarsınız; bu Plan başkaları tarafından gerçekleştirildiğinde Plan varmış gibidir; o anda var oluyor, var olmaya başlıyordur.
Gülün Adı’ndaki Fransisken rahibi Baskerville’li William (bir dakika: Baskerville eşittir Holmes, Holmes eşittir Doyle, Doyle eşittir otuz yıl süren bir spiritüalist arayış... Eco, bir yerde, bunu resmen atladı!) Ortaçağdan kalma enkizisyoncu bir Holmes ise, naif çömezini de Watson’a benzetmek olası ise, Sarkaç’taki yayın sorumlusu ve Plan’ın kurucusu Jacopo Belbo, Kabbala ile yatıp kalkan Musevi Diotallevi (merak ettim: İtalyancada Diotallevi ‘Dio ti levi’ ya da ‘Dio te la levi’, yani ‘Tanrı seni (ortadan) kaldırsın’ ‘Tanrı senden alsın’ anlamındadır, ya da ‘Dio tale Levi’, ‘Levi gibi Tanrı’...), olayı anlatan, gizemcilik evrenini keşfeden Casaubon (‘causa buona’, ‘iyi bir dava’, ‘iyi bir neden’) Üç Silahşörler’e benzetilebilirler. Aradıkları, Kraliçenin Elmasları değil de Tapınak Şövalyeleri’nden kalma bir gizli örgüt ve bu örgütün, daha da gizli, Plan’ı.
Gülün Adı, ilkel bir tanımlama ile, bir uzman ortaçağ polis ve cinayet öyküsü ise, Foucault Sarkacı çağdaş bir serüven, casusluk, gerilim romanı olabilir ‘ekzotik’ mekânları (Bahia ve Voodoo), güncel olayları (öğrenci hareketleri, sokak gösterileri, sağ-sol çatışmaları, hortlayan Faşistler), flash-back’leri (İkinci Dünya Savaşı anıları, partizanlar), polis müfettişi ve okurun aklına saplanan soruları ile (Ardenti’nin bir ara ortadan kaybolması, Agliè’nin gerçek kimliği, Garamond’un örgütle ilişkisi vb.).
Bu arada da yayıncılık serüveni... Garamond Yayınevi BGKY’lerle (Basın Giderlerini Karşılayan Yazarlarla) bal gibi geçinip gidiyor, düzmece ödüller ve şişirilmiş, güdümlü ‘eleştiri’ yazılarıyla. Ama bununla yetinmiyor, paravan olarak kullandığı Manuzio Yayınevinin Açığa Vurulan ‘Isis’ dizisi ile kârlarına kârlar  katıyor, ilginç araştırmalar yayınlayarak: Çingene Kentbilimi, Aztek At Yarışları, Çağdaş Sümer Edebiyatı, Sessiz Film Fonetiği gibi.
Yoksa, der, Eco, yayıncılık da bir giz, bir şaka mı?
Her neyse... En başta Tapınakçılar vardır, ancak bu da tartışılır, çünkü Kutsal Graal, Tapınakçılar’dan da eski, Druid rahipleri de öyle; batık Atlantis, Mu, Hiperbore kıtalarından ulaşan bilgi de. Her şey her şeyle bağıntılı olduğundan, Tapınakçılar Templiers Şövalyeleri yetmiyor: sorun bir Plan ise, bir Gizli Bilgi ve Bir Gizli Örgüt ise, özgün olmaya hiç çalışmaksızın, her yerden, 2000 ciltten ve bunları harmanlayan, dizen Abulafia adıyla anılan bilgisayarın disketlerinden başkaca şeyler elde etmeli, birbirine katmalı, eklemeli, çarpmalı, çıkartmalı.
Casaubon’un gizlendiği Paris’teki kâbus benzeri Musee des Arts et Metiers, sarkaç bir yana, bilimsel ve yanbilimsel gizleri benzetmeler ve çağrışımlarla diziyorsa (arabalar, veleospit’ler, motorlar, aynalar, cam eşyalar, periskoplar, ıvır zıvırlar) Eco da bu kocaman romanında, ‘tongue in cheek’ yaklaşımı ile, gizemcilik tarihinin, gizemli literatürün gizlerini karıştıra karıştıra diziyor ve bunu yapmakla duyduğu hınzır zevki okuruyla paylaşıyor.
Her şey her şeyle bağıntılıdır (tekrardan): Tapınakçılar, Agarttha, Yuvarlak Masa Şövalyeleri, Merlin, Lancelot, Avalon, Gül-Haç ve Hermes Trismegistes, Kara Bakireler ve Arınmış Katarlar, Eliphas Levi -ki gerçek adı Alphonse-Louis Constant idi- Roger Bacon, Shakespeare, Naziler ve Oyuk Dünya Kuramı, Hasan Sabbah ve Alamut Kalesi, Madame Irina Petrovna Blavatski, Tibet, Bilinmeyen Üstünler, Joseph Balsamo, nam-ı diğer Cagliostro Kontu, Ölümsüz Saint-Germain ya da Montferrat Markisi, Bellamare Kontu, Graf Tzarogy, Soltikoff Kontu ve hiç kuşkusuz Agliè...
Devam edebiliriz... Alesteir Crowley, Yüce Şeytan 666, Charles Fort ve Lanetliler Kitabı, Dion Fortune, Piramitler, Quelzacoatl, Dünyanın Efendisi, UFO’lar, Haçlılar ve Dervişler.
Abulafia tüm bunları hazmediyor, belleğine yerleştiriyor, Abulafia’nın yardımı ile de Belbo-Diotallevi-Casaubon üçlüsü, sayfalar boyunca tartışarak, Plan’ı oluşturmaya ve çözümlemeye çalışıyorlar. Her şey bir oyun, bir şaka, aydın işi bir düzmece, alışveriş notlarına dönüşen şifreli el yazmaları gibi. Acaba?
Belbo, bir James Bond değildir (ancak ikisinin de soyadları ‘B’ ile başlıyor, ikisinin soyadında da, ‘B’den başka bir ‘O’ harfi var, ilginç, ilginç); olsa olsa var olan ve var olmayan gizemleri çatıştıran Umberto’nun bir izdüşümüdür, Diotallevi’nin deyimi ile “Tarihle, başkalarının yazdıklarıyla şaka eden” biri. Her şey birbiriyle bir şaka ise ve her şey bağıntılıysa, Jules Verne de bunun kaçınılmaz bir parçasıdır, çünkü Robur le Conquerant eşittir R.C. ve R.C. eşittir Rosa-Crucis, Gül-Haçlar, Tapınakçılar.
Ya Casablanca’lı Rick? Hitchcock, Rene Clair’ın Uyuyan Paps’ı, Orson Welles’ın Şanghaylı Kadın’ı ve bilimkurgu filmlerindeki The Thing?
Abulafia olmasaydı bu kitap da olmazdı, deniliyor kitabın bir yerinde, çünkü bu bir bilgisayar romanıdır. Dolayısıyla Abulafia, Kabbala ve İHVH (Yahve) handiyse eşitleniyor.
Yüzlerce sayfa boyunca Eco’yu okumak, okurken sevgili Umberto’nun gizemcilik konusundaki engin bilgisini kıskanmak, sonra da Şadan Karadeniz’in çilesini, direncini ve inadını düşünmek, Karadeniz’in Türkçesinden Foucault Sarkacı’nın tadını, Eco’nun dilbilimsel cambazlıklarını, uydurukçuluğunu yeni baştan tatmak.
Ya sonuç? ‘It’s elemantray, my dear Watson”:
-Minnie Mouse, Mickey Mouse’un nişanlısıdır.
Tartışılmaz bir bilgisayar sonucu.
Ya da ‘Gülün bir adı varsa gizemin gizemi yoktur,’ der Eco. Ancak... ola ki vardır!