Doğrular
Voltaire’in istediği gibi bahçesiyle ilgilenen bir adam.
Müziğin varlığına şükreden bir başkası.
Bir sözcüğün kökenini bulduğuna sevinen biri.
Güneyde bir kahvede iki işçi, sessizce satranç oynayan.
Toprağa bir renk ve biçim arayan bir çömlekçi.
Bu sayfayı düzenleyip de sonuçtan hoşnut kalmayan bir dizgici.
Bir şiirin son üçlüğünü okuyan bir kadınla bir adam.
Bir adam, uyuyan bir hayvanı okşayan.
Uğradığı bir haksızlığı anlamaya çalışan bir insan.
Stevenson'un varlığına şükreden bir başkası.
Kendi yerine başkalarının haklı çıkmasını yeğleyen bir adam.
Bu insanlar kurtarıyor dünyayı farkında olmadan.
Bir gün herhangi biri, gibi Buenos Aires sokaklarında dolaşırken karşıma bir duvar yazısı çıktı. Soluk bir zemin üzerine boyayla yazılmış dört kelime: “Patricio, seni seviyorum. Baban”. Elli yıllık hayatımda, bir babanın oğluna hitaben yazdığı bir duvar yazısına hiç rastlamamıştım. Bu sözlerden yola çıkarak pek çok hikâye tasarladım zihnimde. Böylesine basit bir cümle, birinin bir duvara yazdığı 26 harf, o topraklara sinen melankoli ve hüzün hatırlandığında nasıl da destansı ve derin bir anlam kazanmıştı.
Patricio belki bu akşam almaya gelir beni. Onu bekliyorum. Her zamanki gibi. Ben istediğim zaman gelir, ben istediğim zaman gider.
Sandalyemi alıp alana iniyorum. Akşam havasını içime çekerek bekliyorum. Uygun zamanı, uygun ışığı, yıldızların ve bulutlann en uygun anını, uygun rüzgârı bekliyorum; ne daha fazlasını ne daha azını, içimdeki bu bekleyişin doğru zamanda uyanmasını ve anıların beni sarmasını istiyorum. Doğacak hüznün bana yaramasını, kapalı kapılan açmasını, meçhul haritalar çizmesini istiyorum.
Bekliyorum. Hayatım bir şeyleri beklemekle geçiyor. însanlan, aşklan, gelişmeleri, okşayışları bekliyorum. Sabırsızca bekliyorum. "Bir şeyler olacak” beklentisi mutlu etmeye yetiyor beni, hatta günlük hayatımdan daha fazla heyecan veriyor. Çünkü beklerken hayal kuruyorum, düşlüyorum, seziyorum, tahminler yürütüyorum.