İnsan, tabiatı gereği, daima gerçeğin arayıcısı olarak görünmüştür ve görünecektir. Çünkü onun yaratılışında, belki de yaratılış gayesinde, bu merak, bu arayış veya bir başka deyişle, en güzele, en iyi olana susamışlık bulunmaktadır. Onun düşünce hayatında, daima, duyularla algılanan duyularla algılanamaz olanı, görünen görünmeyeni, gizli olanı, gerçek de ideal olanı istemiş, gerektirmiştir. Böylece insan, bu kavramlardan en kolay olanda kendini asla yeterli görmemiş; her yeni buluş, biliş ve görüşten sonra bunun da gerisinde daha yeni bir şeyler, hâlâ gizli kalan hususlar bulunduğunu düşünmüştür. Bu şekildedir ki, insanlık, felsefe dediğimiz ve gerçek olanın, ideal olanın, en güzel olanın, gizli olanın arayışı demek olan bilimi ortaya çıkarmıştır. Eski çağlardan beri devam eden bu arayış ve düşünüş, hâlâ devam etmekte ve devam edecektir; yani insanlık felsefe yapmaktan asla geri kalmayayac aktır.