Bu kitap, akıl hastalalıklarıyla ilgilidir. Bu şaşırtıcı ve garip olguyu anlayabilmek için en iyi yol, bu deneyimleri, yaşayan kişilerin ağzından dinlemektir. Böylece, akıl hastalığının "neye benzediğini" değil de gerçekte "ne olduğunu", bu olgunun özünü anlayabiliriz. Akıl hastalığını, bir kişinin öz beliğinde meydana gelen radikal bir değişim olarak tanımlayabiliriz. Okuyacağınız kişisel öykülerde, bu değişimin hem niteliğinin hem de yoğunluğunun zengin tanımlamalarla anlatıldığını görebiliriz. Aynı zamanda bu olgunun gelişimi ve yokolma süreçlerini de açıkça izleyebiliyoruz. Psikiyatrinin hastaları yeterince dinlemek yerine yalnızca gözlemlere dayanarak sonuçlara varmak yolunu seçtiğini söylemek, kanımızca pek haksızlık sayılmayacaktır. Bu bilim dalı, "yalnızca gözlemlenebilen şeylerin gerçek ve objektif olabileceklerini" ileri süren geleneksel bilim ve tıp görüşünü esas almaktadır. Hastaların yaşadıkları, geçirdikleri deneyimler sübjektif, izlenimci olarak nitelendirilmekte ve bunların doğruluğu araştırılamayacağından, kolayca çarpıtılabilineceğinden kaygılanılmaktadır. Özetlemek gerekirse bu tür çalışmalar geleneksel bir bilim dalına malzeme olabilecek nitelikte görülmemektedir. Freud'çu görüşe göre hastanın deneyimleri bir çeşit aldatmacadır ve o hastaya ilgili esas gerçek gizli tutulmaktadır. Kişilik, hastanın kendi hakkındaki gerçekleri öğrenmesini önleyen, yalıtıcı bir savunma yapısı çevresinde düzenlenmiştir. Gerçeği anlayan ve hastanın buna ulaşmasını sağlayan araç, psiko-analisttir. O, hastanın kaçamaklarının, aldatmacalarının arasından gerçeğe ulaşır. Bir psikiyatr, hastanın karşısında bilim ve tıbbı, anlayış ve şefkatle birleştirmelidir. Psikoterapi, hastanın yanlış, sübjektif bakış açısını terkedip, terapistin objektif görüşlerini kabullenmesini amaçlar. Bu noktada, hastanın kendi görüşlerini feda edip, hastalığının ne olduğunu psikiyatrın objektif gözleriyle görmesi gerekmektedir. Psikiyatrik görüşe göre, eğer hasta kendince anlamı olan bazı kavramlardan, görüşlerden ve inançlardan feragat ederse, artık iyileşmeye başladığı kabul edilir. Fakat, iyileşmek psikiyatrın görüş açısını kabul etmekse, hastalığın kendisi de tümüyle hastaya ait, kişisel bir olgudur. Bu açıdan bakılınca, sübjektif görüş açısı, çarpıtılmış bile olsa, her zaman için daha geçerlidir. Filozof Santayana'nın dediği gibi:
"Bir doktor hastalığın belirtilerini, nedenlerini ve tedavi yollarını biraraya getirebilir; ama hasta bunun esasını kendi yollarıyla çok daha kolayca anlayabilir. Yanılsamaların, hayallerin dehşeti ve azameti, ki bunlar deliliğin en belirgin elemanlarıdır; yalnızca bir deli veya deliliğe yatkın bir ruh tarafından anlaşılabilir." Hastanın anlattıklarının, yaşadığı şeylerden oldukça farklı olabileceğini, okuyucu hatırından çıkarmamalıdır. Yaşanılanlar, sözlerle anlatılamayacak kadar olağanüstüdür. Ayrıca insan, bir okuyucu kitlesine kendi hakkında bir şeyler anlatırken özenli bir seçimden ve çarpıtmalardan kaçmamaz. Bir de "unutma faktörü" gözönüne alınmalıdır.