Yaşamım boyunca yaratıcılığın büyüleyici sorulan aklımdan çıkmadı. Bilim ve sanatta özgün bir fikir, bilinçdışmdan niye şu anda "fırlayıveriyor?" Yetenek ile yaratıcı edim (act) ve yaratıcılık ile ölüm arasındaki ilişki nedir? Bir mim ya da bir dans, neden böylesi bir tad veriyor? Homer, Truva Savaşı gibi külliyetli bir olguyla karşılaştığında, bunu nasıl tüm Yunan uygarlığının ahlakı için yol gösterici olan bir şiire inceltti?
Bu soruları kenarda duran biri olarak değil, sanata ve bilime bizzat katılan biri olarak sordum. Bu sorulan, mesela, kâğıt üzerindeki iki rengin önceden tahmin edilemeyecek bir üçüncüyü doğuruşunu görmenin heyecanından çıkanp sordum. İnsan olmanın ayırdedici özniteliği, onun, evrimin yakıcı koşuşturması içinde bir an için durup, Altamira ya da Lascaux'daki mağara duvarlarına bizi hâlâ hayranlık ve huşu içinde şaşkınlığa düşüren şu kahverengi-kırmızı geyik ve bizonlan resmetmesi değil mi? Bizzat güzelliğin kavranışmın, doğruya giden bir yol olduğunu düşünün; "zarafet"in —fizikçilerin buluşlannı anlatmada kullandıktan anlamda— nihai gerçekliğin bir anahtan olduğunu; Joyce'un, sanatçının, "soyunun yaratılmamış vicdam"nı yarattığını söylerken doğruyu söylediğini düşünün! Bu bölümler kendi düşünüp taşınmalarımın kısmi bir kaydı. Kolej ve üniversitelerde yapılan konuşmalarda doğdular. Gözüme tamamlanmamış göründükleri için onları yayımlamakta hep tereddüt ettim — yaratının gizemi hâlâ sürüyordu. Sonra ’’bitmemişlik" niteliğinin hep kalacağını, bunun bizzat yaratıcı sürecin bir parçası olduğunu anladım. Bu anlama, konuşmalan duyan birçok kişinin yayımlamam için beni zorlamalan ile çakıştı.