Bir Yılbaşı sabahı dostum Sherlock Holmes’u ziyarete gitmiştim. Yanı başında piposu ile kanepeye uzanmıştı. Üzerinde robdöşambr vardı. Yanında duran bir yığın buruşmuş gazetenin hepsinin okunduğu belli oluyordu.
Gözüme bir şapka çarptı.
Kanepenin yanında bir sandalye bulunuyordu. Sandalyenin arkasına bir şapka konmuştu. Bu, kullanılamayacak kadar eski olan bir fötr şapkaydı. Sandalye üzerinde tutulduğuna göre Sherlock Holmes onu inceleme altına almıştı.
—Siz çalışıyordunuz sanırım, oysa ben sizi meşgul ediyorum…
—Tam tersine, ben de tam konuşacak birini arıyordum.
Parmağıyla şapkayı işaret etti.
—Şapkanın yapıldığı bu malzemeyi görüyor musun? Aslında olağandışı bir şey yok. Ancak dikkat çeken bir nokta var.
Koltuğa oturdum ve ellerimi ateşe doğru uzattım. Hava buz gibiydi. Camlar neredeyse buz tutmuştu.
—Bu şapka bir cinayete ilişkin ipucu taşıyor. Üzerinde bir cinayetin bir izi var. Bu şapka sayesinde katili yakalayacaksınız.
Sherlock Holmes kahkaha attı:
—Hayır, cinayet falan değil. Dört milyon insanın kaynaştığı birkaç kilometrekarelik bir yerde tuhaf şeyler olur fakat bunlar mutlaka cinayet değildir. Bunu kim bilir kaç kez yaşadık.
—Haklısınız, sonuçlandırdığınız son işlerin üç tanesi kanun açısından suç teşkil etmiyordu.
—Evet. Iren Adlerin elinden almaya çalıştığımız mektuplar işi, Bayan Mary Sutherland’ın tuhaf macerası ve kocaman dudaklı adamın başına gelenler cinayet değildi. Şimdi uğraştığım meselede de cinayet olmadığını düşünüyorum. Komisyoncu Peterson’ı tanıyor musun?
—Evet.
—Bu ganimet ona ait.
—Yani onun şapkası mı?
—Hayır bulan kişi o. Sahibi bilinmiyor. Bu şapkayı şapka olarak değil, entelektüel bir konu olarak incelemenizi istiyorum. Ancak öncelikle buraya nasıl geldiğini söyleyeyim. Yılbaşı sabahı semiz bir kazla birlikte geldi. Sanırım kaz şimdi Peterson’ın ocağında kızarmaktadır. Şimdi asıl konumuza gelelim: Namus timsali olan Peterson bir eğlence yerinden sabaha karşı evine dönmek üzere çıktı. Saat dört civarıydı. Tottenham Court Road’da aşağı doğru yürümekteydi. Önünde, omzunda yeni kesilmiş beyaz bir kaz taşıyan oldukça iri kıyım bir adamın ilerlemekte olduğunu gördü. Goodge Nrut’un köşesinde adamın etrafını mahallenin çocukları sarmıştı. Adamla alay etmeye başladılar. Biri şapkasını kaptı ve şapka yere düştü. Adam kendini savunmak için bastonunu havaya kaldırdı ve sallamaya başladı, fakat bu hareketiyle arkasındaki dükkânın camını kırmış oldu. Peterson zavallı adamın yanına koştu. Bunu gören adam ne yaptı dersiniz! Camı kırmış olmaktan korkmuş olsa gerek, üniformalı bir adamın üzerine doğru geldiğini görünce kazı fırlattı ve tabanları yağlayıp kaştı. Kısa süre içinde gözden kaybolmuştu. Peterson’ı gören çocuklar hemen çil yavrusu gibi dağıldı. Peterson savaş meydanında yalnız kalında ganimete el koydu. Bunlar yassı olmuş bir şapka ve leziz bir kazdı.
—Herhalde kazı sahibine iade etmiştir.
—Bu meselenin kilit noktası. Kazın sol ayağında bir kâğıt başlıydı, kâğıtta “Bayan Henry Baker’a” diye yazmaktaydı. Şapkanın içindeki astarında da “H. B.” Harfleri okunmaktaydı. Ancak bizim şehrimizde soyadı Baker olan binlerce kişi vardır. Bunlar arasında da yüzlerce Henry Baker bulunur. Bu nedenle kazın sahibi bulmak hiç de kolay değildi.
—Peki Peterson ne yaptı bu durumda?
—Sabahleyin hem kazı hem de şapkayı bana getirdi. Muammalardan hoşlandığımı bilen bir tanıdığı kişi bunu tavsiye etmiş. Kazı bu sabaha kadar sakladım. Hava soğuk olduğu izin kaz daha fazla bekletilemezdi, neredeyse kokacaktı. Peterson onu alıp gitti. Ben de Yılbaşı yemeğinden mahrum kalan bu meçhul zatın şapkasını alıkoydum.