KitabYurdu » Kitab » Roman » Wilbur Smith – Çöl Tanrısı


Şeçilmişlər Wilbur Smith – Çöl Tanrısı

ADI:
Çöl Tanrısı
REYTİNQ:
  • +65
MÜƏLLİF:
JANR:
DİL:
FORMAT:
ÇAP İLİ:
2014
ÖLÇÜSÜ:
551 KB
Aton, öbek öbek yağ yığını derin göz çukurlarına gömülü küçük gözlerini kırpıp aramızdaki bao tahtasından başını kaldırdı. Bakışlarını lagündeki berrak suda çırılçıplak eğlenen Tamose kraliyet sarayının iki genç prensesine çevirdi.
"Artık çocuk değiller," dedi mevzuyla ilgili en ufak bir şehvet belirtisi göstermeden. Büyük Nil Nehri’nin durgun sularındaki lagünlerinden birinin yanında, palmiye yapraklarından örülü açık bir kameriye altında karşı karşıya oturuyorduk.
Kızlardan bahsetmesinin, bao taşlarıyla bir sonraki hamlemden dikkatimi dağıtma çabası olduğunu biliyordum. Aton kaybetmeyi sevmezdi, bu yüzden nasıl kazanacağını pek fazla vicdan meselesi yapmazdı.
En kadim ve en candan arkadaşlar listemde Aton hep üst sıralarda olmuştu. O da benim gibi hadımdı ve eskiden köleydi.
Kölelik dönemi sırasında ve ergenliğe girmeden uzun süre önce, istisnai aklı ve keskin zihinsel güçleri sayesinde, efendisi onu diğerlerinin arasından seçip almıştı. Bu yeteneklere yoğunlaşmayı ve onları özenle yetiştirmeyi arzuluyordu. Libidosunun dikkatini dağıtarak körelmelerini önledi. Aton, onun için aşın derecede değerli bir maldı, bu yüzden efendisi, hadım ederken Mısır'daki en meşhur tabibi çağırmıştı. Efendisi öleli çok olmuştu, ancak Aton köle statüsünün çok üstüne yükselmişti. Artık Teb’de firavunun kraliyet sarayının mabeyniydi; fakat aynı zamanda uygar düyanın her bir yanına dağılmış muhbir ve gizli ajan ağını yöneten casus üstadıydı. Onunkini geride bırakan sadece tek bir teşkilat vardı ve o da benimkiydi. Diğer pek çok şeyde olduğu gibi bu konuda da birbirimizle dostça bir rekabet içindeydik; bir darbeyi gerçekleştirmek, biriyle diğerini bertaraf etmek kadar bize muazzam bir haz ve tatmin duygusu yaşatan çok az şey vardı.
Arkadaşlığı bana tarifsiz keyif veriyordu. Beni eğlendiriyor, yerinde öğütleri ve basiretiyle sık sık beni şaşırtıyordu. Arada bir yeteneğimi bao tahtasında sınayabiliyordu. Övgü konusunda her zaman fazlasıyla cömertti. Ancak çoğu zaman kendi dehamı yansıtan bir ayna gibi davranıyordu.
Arlık ikimiz de iki prenses arasında diğerinden yaklaşık iki yaş daha küçük olan Bekatha’yı süzüyorduk. Gerçi bu gerçeği tahmin etmeniz mümkün değildi, zira yaşına göre uzundu ve göğüsleri büyümeye başlamıştı; ayrıca serin lagün suyunda göğüs uçları fütursuzca dikleşmişti. Esnek ve kıvraklı; gülüşü içtendi. Bununla birlikte hercai bir tabiatı vardı. Asil yüz hatları adeta bir heykeltıraşın elinden çıkmış gibiydi; burnu ince ve düz, çenesi belirgin ve yuvarlaklı, dudakları kusursuz bir kavis çiziyordu. Gür saçları, güneş ışığında bakır parıltısı gibi ışıldıyordu. Bu babasından miraslı. Kadınlığın kırmızı çiçeğini henüz göstermemiş olsa da vaktinin çok uzak olmadığını biliyordum.
Onu seviyordum, ama doğrusunu söylemek gerekirse ablasını biraz daha fazla seviyordum.
Tehuti, iki kızdan daha büyük ve güzel olanıydı. Ona her baktığımda sanki bir kez daha annesini görmüş gibi oluyordum.
Kraliçe Lostris, hayatımın tek büyük aşkıydı. Evet, onu bir erkeğin bir kadını sevdiği gibi sevmiştim. Çünkü dostum Aton'un aksine ben, erkekliğe adım atlıktan sonra hadım edilmiştim ve kadın bedeninin hazzını biliyordum. Aslında Kraliçe Lostris'e karşı olan aşkım hiçbir zaman muradına ermemişti, zira o doğmadan hadım edilmiştim; ne var ki asla dindirilmediğinden gittikçe artıyordu.
Çocukluğunda ona bakmış, uzun ve neşeli hayatı boyunca yol göstermiş, bildiğim ne varsa hiç esirgemeden nasihat verip rehberlik etmiştim. Sonunda kollarımda can vermişti.