Pencerede yaldızlı kocaman bir sinek vızıldayıp duruyordu, duvarlarda yeni boya kokusu vardı. Sinek ani bir dönüşle, yarı açık pencereden gelmekte olan havaya doğru yöneldi ve aralıktan çıkarak gözden kayboldu. Dışarı çıkarken onu izledim. Aşağıdaki avlu bitmekte olan Ağustos günlerinin güneşi altında ıssızdı. Uzakta mat gökyüzünde kaybolan, nehir boyunca uzanan tepelerin yorgun yeşili görünüyordu. Kapıyı çalmadan önce beremin ve kravatımın düzgün durduğunu elimle kontrol ettim.
Kapı, arkasındaki kadın sanki pusuda bekliyormuş gibi, hemen açıldı. Karşımdaki inanılmaz derecede pembe tenli, ufak tefek, beyaz ve gri renkte kıyafetler giymiş yaşlı bir kadındı. Sevimli kırışıklıklarını ortaya çıkaracak şekilde gülümseyerek içeri girmemi işaret etti. Onu uzun ve karanlık bir koridorda takip ettim. Sonrasında hemen mutfağa girdik ve masanın etrafına konulmuş iki sandalyeye oturduk.
“Tebrik ederim, çok dakiksiniz, bu gerçekten de çok hoş bir şey.” Kadın, yüzündeki gülümseme silinmeden kafasıyla onaylayarak derin bir nefes aldı.
İsmimi söyledim ve beremi dikkatle çıkararak dizlerimden birinin üstüne koydum.
“Erkek çocuğundan biraz daha büyüksünüz sadece, aman Tanrım!” Kadın kederli bir şekilde gözlerini kapadı, yüzümün kızardığını hissettim. “Böyle bir duruma sabır gösterebilir misin Allah bilir… Burada kalacak metanetin var mı bilemiyorum.”
Kadın nefesini tutarak bekledi, aralık dudaklarından az da olsa takma dişleri görünüyordu. Kendisine kışladaki komutanımın bana her şeyi tüm detaylarıyla açıkladığını söyledim.
Gülümsemesi silindi, söylediklerimi onayladı. Sağ elinin üstünü, sol elinin ince parmaklarıyla ovaladı. Elleri çok güzeldi, ince bir kâğıt gibi şeffaf teni kendisine, bu tertemiz ortama ve masanın üstünde duran vazodaki iki çiçeğe çok uyumluydu.
“Öğrencisiniz sanırım. Tek çocuk musunuz?”
Ona memur olan babamdan, annemden ve küçük kız kardeşimden bahsettim. Bir yandan da yavaşça bir sisin içinden çıkan bu üç karaktere uygun kelimeleri seçmeye çalıştım. Yaşımı belirttim, yirmi yaşındaydım ve üniversitede iktisat fakültesine kayıtlıydım.
Ağzımdan çıkan ses bana yabancı geliyordu. Cevabım onu tatmin etmemişçesine konuşmaya başladı:
“Günümüz gençleri hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Burada yaşayan, hoşnutsuzlukla dolu adamı da anladığım söylenemez. Yaşlılığımdan olsa gerek. Anlamak bir işe yarar mı diye düşünecek olursak, affetmeye yarar diyebiliriz.”